Evet, başlıktaki gibi, ülkenizin size ihtiyacı var”…

   İngiltere’de yaşam süren Kıbrıslı Türkler, yakın tarihimizin her döneminde, Kıbrıs için “can olmuştur, kan olmuştur”…

   En acil durumlarda, mutlaka eller uzanmıştır…

   En kötü durumlarda, mutlaka yardımlar toplanmıştır…

   Haaa, bunun karşılığı alınmış mıdır?

   Ya da “Londralı” diye dışlanan; evet dışlanan hatta aşağılanan toplum, gereken saygıyı görmüş müdür?

   Bu tartışılır…

   Ama asla tartışılmaması gereken; zaten memleketi de mahvetmiş siyasetçiler yüzünden, “Londralı”nın vatanlarına küsmemesidir.

   Bu ülkenin Londralı kardeşlerimize her zaman ihtiyacı vardır ve bu ihtiyaç; önümüzdeki dönemde daha da acil haldedir…

   Şimdiden tatilinizi ayarlayın…

   İlla ki canınızı sıkacak yerlerde olmanıza gerek yok; öyle güzel tesisiler, öyle şahane oteller ve gördüğüm kadarıyla öyle de uygun fiyatlar var ki; sakın kaçırmayın.

    Your country needs you!

    Ve biz, “love” size!

   Kıbrıs’a yerleşmiş Londralılar olarak; “We love you!”

*****************************************

Bu mesele daha devam eder…

 

   BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un Kıbrıs sorununun çözümü için yürütülen müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanmasını arzulamadığı söyleniyor…

   Bu günlerde, Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer bir rapor hazırlayacak ve bu rapor ışığında uluslararası konferans olup olmayacağına karar verilecek.

   Bazı iddialara göre, BM Genel Sekreteri, müzakerelerin Güney Kıbrıs’ta Şubat 2013’te yapılacak başkanlık seçimlerine kadar devam etmesini istiyor…

   Hatta şu an için, uluslararası konferansın “buzdolabına konulacağı” da öne sürülüyor…

   Kısacası, ortada pek çözüm umudu görülmese de; müzakereler sürüyor…
   BM’nin uzun süredir devam eden müzakerelerin bitişini ilan etme ihtimali var mı?

   Yani, “bu defter bitti, siz yolunza, biz yolumuza” denir mi?

   Denmez… Bir şekilde müzakereler durur ama ileride yeniden başlaması kaçınılmazdır.

   Ancak bu noktada çok önemli biro lay var.

   Müzakereler şu an için kesilir ve bunun sorumlusu “Türk tarafı” olarak (bir şekilde) gösterilirse, bu, bir çok çevreye, en başta Türkiye aleyhine olmak üzere, kampanya şansı verir.

   Kısacası, müzakerelerden ve mevcut “BM şemsiyesi altında federal çözüm” çabalarından kaçanın, Türk tarafı olmaması gerekir diye düşünüyorum…
---

 

    Genel Sekreter Ban’ın ve uluslararası toplumun, Kıbrıs sorunundan “usandığı” su götürmez bir gerçek. Ama çözüm, o kadar kolay görünmüyor.

    Çevreler, son ana kadar çabaları sürdürmeyi arzuladıklarını belirtiyor…

   BM, müzakerelerin Güney Kıbrıs’ın AB dönem başkanlığı süresince de, Şubat 2013 tarihindeki başkanlık seçimlerine kadar sürmesi ve dönem başkanlığı sürecince Hristofyas’ın yoğun olması durumunda, yükün büyük bölümünü danışmanlar Yorgos Yakovu ve Kudret Özersay’ın üstlenmesini istiyor…

   Bu da bilinen bir konu…

   Önemli bir nokta daha var; seçimler sonrasında Rum lider her kim olursa olsun, müzakerelerin takvimsiz devam etmesine imkansız gözüyle bakılıyor…

   Kısacası, tüm tezleri beklentiler, bu işin Temmuz 2012’de bitmeyeceğini işaret ediyor…

   Birlikte izleyeceğiz…

******************************************

Umudu yitirmemek mi gerek?

 

   KKTC’de şu anda KIBRIS gazetesi ve KIBRIS TV’de çalışıyorum…

   KIBRIS Gazetesi’nde Şubat ayında bence çok ilginç bir haber yayınladık…

   Bir adam, İskele’de yerde para dolu çanta bulmuş ve polise teslim etmişti… İnanın bu olay yüreğimi şenlendirdi... Adam para dolu çantayı yerde bulmuş; polise götürmüş! KKTC’de son zamanlarda hiç alışık olmadığımız bir “iyi” durum…
   Şaşırdım doğrusu!

   Olamaz! Olmamalı! Bu nasıl bir KKTC? Bizim yeni kültürümüze çok aykırı bir durum değil mi?

   Gerçekten üzücü bir bozulma var ülkede…
   Yaşama umudunuzu yitirmenize sebep olan bir bozukluk!

   İroni yapmak gibi olmasın ama, “ne güzeldi; tam yaşama umudumu yitirmiştim. Ortalıkta inanılacak, güvenilecek insan kalmadı diye ne güzel tam anlamıyla eve kapanıp, battaniyeye sarılı oturmalar, az biraz alkol, az biraz sakinleştirici haplarla ve ‘Muhteşem Süleyman’ ya da ne bileyim, ‘ Fahişe Feriha’ mıydı neydi, o filmlerden birine takılıp daha da melankolikleşecektim!  Hatta ve hatta, gidip olmayan paramı kumarda kaybedip, bu umutsuzluk ortamına, yeni bir pozitif umutsuzluk hali (nasıl oluyorsa) ekleyecektim; 135 kiloluk vücudumu kaldıracak bir ip ve kesilmemiş bir sağlam zeytin ağacı bulursam asılacaktım; ne yapmış adam; yerde para dolu çanta bulmuş ve sahibine iade edilmesi için polie götürmüş!
   Oysa ne güzeldi her şey; bu ülkede hiç iyi şey olmuyor, iyi şey yapılmıyor, insanlara güvenilmiyordu.
   Biri çıktı; tam da içine etti!
   Londra’daydık...
   Konuyu değiştirdik.
   Pazar günleri parkta yürüyüş yapıyorduk. Zayıflama ve sağlık maksatlı. Eve dönerken de Sainsbury’den iki kilo yağlı kuzu pirzola, iki kilo yağlı steak falan alıp, anında kebaba dalıyorduk ve zayıflıyırduk!
   İşte o yürüyüşlerden birinde, bir cüzdan bulmuştuk.
   Bir öğrenci kadına aitti. Genç kadın. İçinde adres ve telefon numarası vardı. Bir kaç yüz dolar, bir kredi kartı falan.
Telefon numarasını aradık. Bir kadın, ‘Annesiyim’ demişti...
Götürüp vermiştik.
   Kadın, hâlâ dünyada ve İngiltere’de ve tabii ki Londra’da böyle insanların (bizler gibi he heh heh) bulunuyor olmasına hayret etmişti ve tıpkı benim İskele’deki olayda verdiğim tepkinin aynısını vermişti.
   Demek ki sıfırlanmadık!
   Demek ki insanlık henüz ölmedi!
   Ha gayret!
   Belki kalanlar çoğalır, ‘insanlık’ en azından ölmez...
   Ve biz de kesmeyiz umudumuzu yurdumuzdan!
   Kesmeyiz umudu insanlardan!