Kıbrıs sorunu
Kıbrıs sorununun çözümü şarttır.
Neden?
Çünkü Kıbrıs sorunu çözülmezse, oturduğumuz evlerin en az yüzde 80'i, ektiğimiz tarlaların belki de yüzde 90'ı, ömür boyu "sorunlu" olur...
Kıbrıs sorununun çözümü şarttır.
Neden?
Çünkü bu sorun çözülmezse, vatandaşlığımız ya eğretidir, ya başka devletin vatandaşlığıdır... Çözümsüzlük, kimliksizliktir. Kimliksizlik, kişiliksizliktir...
Peki, nasıl olursa olsun bir çözüm mü?
Elbette değil.
Ama, "hukuk" içine girebileceğimiz bir çözüm şarttır. Hukuk da, hem karşı tarafın hem de uluslararası camianın "kabulü" ile mümkündür.
Düşünceye tahammülsüzlük
Çözüm olmalı, olası bir plana "evet" demeliyiz... Bu benim görüşümdür. Düşüncemdir. İnancımdır...
"Hayır çözüm olmamalı" diyorsanız, bu sizin bileceğiniz bir şey... "Doğru değil bu düşünceniz" derim ama kesinlikle saygı duyarım...
"Lütfen siz de benim düşüncelerime saygı duyun" demeyeceğim ama en azından, "düşüncelerimi söyleme hakkım olduğuna" karşı durmayın.
Düşüncelerimi söylediğim için hakaret edecek, ona buna şikayet edecek, geçmişte de olduğu gibi, "kesin buna ekmeği" moduna girecekseniz, yine şikayetim yok... Hatta bundan mutluluk duyarım... Çünkü bu tür tepkiler, düşüncelerimin doğru olduğunun en bariz kanıtı haline gelir ve beni rahatlatır. Ufak tefek şüphelerimden arındırır...
"Kuzey'de üzerinde oturduğumuz gayrımenkuller Rum malıdır, evlerin en az yüzde 80'i, ektiğimiz tarlaların en az yüzde 90'ı bizim değildir" diyorum, kızıyorsunuz...
Bir okuyucu ve dinleyici kardeşim, "Neyi çaldık ki? Kıbrıs'ta 1963 - 1974 arası olanlardan hiç haberin yok mu senin?" diye soruyor...
Allah aşkına, 1963 - 1974 arasındaki olayları Rumlar bile artık inkar etmiyor ki... Nedir dediğiniz?
Ama 1963 - 1974 arası olanlar, bizi mülk sahibi yapmıyor... Budur dediğimiz... Yani, "neyi çalmadık ki?"...
Türkiye'nin garantörlüğüne karşı olduğum söyleniyor... Aslında hiç karşı çıkmadım. Garantörlük konusunda pek yazı yazdığımı söyleyemem ama barışacaksak, birlikte yaşamak için anlaşacaksak, garantöre ihtiyacımız olmadığı inancındayım.
Öğrencilere gözümüz gibi bakalım
Üniversitelerin ekonomik değer olduğu tartışmasız bir gerçek...
Ülke ekonomisi için tüm üniversitelerin büyük katkısı olduğu ortada...
“Üniversite” ekonomik değer olmanın ötesinde, çok daha fazla “bilim üretilen” merkezler de olmak zorundadır... Sanırım bu konuda çok önemli adımlar atılıyor ancak yeterli olmadığının “işin uzmanlarınca” sık sık vurgulandığı da ayrı bir gerçek...
DPUG Mağusa Milletvekili Fikri Ataoğlu, öğrencilerle ilgili olarak geçtiğimiz günlerde Meclis’te çok önemli şeyler söyledi... Esnafın, daha doğrusu bölge halkının üniversiteye, üniversitenin bölge halkı ve esnafa sahip çıkmasını, saygı duymasını, işbirliği yapmasını önerdi...
Bu konuda, üniversitelerin üzerlerine düştüğünü yapıp yapmadıklarını bilmiyorum...
Ama, öğrencilerinin, üniversiteye sahip çıkmaları konusunda kesinlikle çok ciddi ve çok önemli projeler üretilmesi, kafa yorulması gerektiği inancındayım...
Ülkedeki tüm üniversiteler için geçerlidir bu...
Bir GAÜ öğrencisi, bir LAÜ öğrencisi, bir YDÜ öğrencisi, bir UKÜ öğrencisi kendi okulunun logosundan, adından, ne bileyim basketbol takımının başarısından, bir bilimsel adımından gurur duymalı... Öğrenci üniversiteye ne kadar sahip çıkarsa, o üniversite, dünya liglerinde o kadar üst sıralara tırmanır...
Öğrenci, dört beş yıllık eğitimi süresince, okulu tarafından sahiplenilmeli ve o öğrenciye, hayatı boyunca okuluna sahip çıkması “aşılanmalı”... Bunun, dünyada çok değişik örnekleri var. Ciddi anlamda incelenmeli...
Ataoğlu’nun sözlerinde, 300 öğrencinin ‘yoksulluk’ ve tabii ki ‘pahalılık’ nedeniyle, okul harçlarını yatıramadığı da var... Bu öğrenciler DAÜ’lü... Diğerlerinde de mutlaka vardır... Bir şekilde, yoksul ve ciddi anlamda ihtiyaçlı öğrenciler için burs olanakları araştırılmalı, bu öğrencilere vakıf tarzında sahip çıkılmalı ve kazanılmaları sağlanmalı...
Son yıllarda, bazı acenteler aracılığıyla, dünyanın çeşitli ülkelerinden, özellikle de bazı yoksul Afrika ülkelerinden öğrenciler de ülkeye geliyor - getiriliyor... Bu konuda, çok garip veya çok üzücü bazı duyumlar gelmektedir... Bu öğrencilere, “KKTC’de asla olmayan” bazı olanaklardan söz ediliyor... Örneğin, “iş bulmanız çok kolay, beş dakikada iş bulabilirsiniz” denildiğini biliyoruz... Gerçek öyle değil... Haliyle, çok sayıda öğrenci, birinci okul harcından ve birinci ev kirasından sonra sıkıntı yaşıyor, parasız kalıyor...
Bu öğrencilerin kandırılması, restoranda müşteriye eski yemek vermeye benzer... O müşteri bir daha gelmez... Ve gördüğüne de restoranın ne “pis” bir yer olduğunu ballandıra ballandıra anlatır...
Kısacası demek istiyorum ki; üniversite öğrenciye sahip çıkmalı... O öğrenci, üniversiteyi en az ailesi kadar sevebilmeli... Sevmeli... Bu sağlanmalı... “Kulüpçülük” gibi...
Esnaf, ev sahipleri ve herkes, öğrencilere “gözü” gibi bakmalı...
Kadınların zirvede çoğalması, kirlenen siyasette
çok önemli bir "temizlik maddesi"dir
Kadın yönetici, kadın üst düzey isimler, çağdaşlığın en önemli göstergeleridir...
KKTC’de siyasette yüzde 30 kadın kotası geliyor... Kotaya ciddi karşıtlığım var... Ama mutlaka siyasette kadın olmalı... Yargıda, yasamada, yürütmede daha çok en üst düzey kadın pozisyon almalı...
"Kotaya karşıyım" ama pozitif ayrımcılığa pek de karşı değilim...
Meclis geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı'nın önerisini" onayladı ve Y
Üksek Mahkeme Yargıcı Emine Dizdarlı, Ombudsman oldu...
Yargıda, ciddi bir kadın ağırlığı söz konusu... Bu da muhteşem bir çağdaş görüntü... Ombudsman'ın kadın olması harika bir duruş...
Yargı'nın en tepesinde, genç hukukçuların rol model alması gereken, gerçekten çok önemli bir Başkan var... O da kadın... Narin Ferdi Şefik...
Yasama'nın başında Dr. Sibel Siber...
Şimdi Ombudsman, bir diğer rol model yargıcımız, Emine Dizdarlı...
Londra’da Büyükelçimiz kadın... Sayın Oya Tuncalı...
Kadınların zirvede çoğalması, kirlenen siyasette çok önemli bir "temizlik maddesi" gibi olacaktır diye düşünüyorum... Gençler, kirlenmiş siyasileri değil, bu isimleri kendilerine rol model seçmelidir.
Sol ve CTP neden önemlidir?
CTP’nin ağırlıkta olduğu KKTC’deki koalisyon hükümeti, Ercan Havaalanı’ndaki itfaiyecilerin grevini 60 gün erteledi...
Solcu hükümet, grev erteler mi?
Solcu hükümet, oturur işçinin derdini dinler, tatmin edemezse, ikna eder... Ama dinler...
Grev yasaklamaz...
Grev yasaklarsa, "sararır, solar"...
Bir ülkede, çalışanlar huzursuz, hükümet çaresizse...
Bir ülkede, uyuşturucu artarken, eğitim kalitesi rezalete dönüşürse...
Bir ülkede kumarhaneler ve kerhaneler çok iyi çalışıyorsa... Buralarda kara paralar hengamesi vur patlasın çal Bülent Ersoy oynasınsa...
Bir ülkede, ideoloji yerlerde sürünüyorsa...
O ülke, batmıştır bitmiştir...
Ama bir ülkede, "solcular"; değerlerini yitirmiş veya yitirmeye zorlanmışsa ve uyumaya, uyutulmaya, aldatılmaya devam ediyorsa; halkı da aldatmak için çırpınıyorsa, o ülke, batmanın ve bitmenin ötesindedir. Asla ayağa kalkamaz haldedir... Bu yüzden CTP - BG çok önemlidir. Bu yüzden CTP "tabanı" nı oluşturanlar bir şekilde silkinmelidir... CTP tavanı mı? Paşa gönülleri bilir... UBP' ye gitsinler... Ya da Digomo'ya... Ya da onlar da silkinsinler...