Şöyle zevkli bir yazı yazayım istiyorum.
Hani televizyonu açınca karşılaştığım türden eğlenceli bir şeyler… Bir çay molasında tanıdığı kadınla evleneceği için sevinçten saatlerce göbek atan adamınki gibi mesela, ya da tüm hayatını Instagram hesabından öpücüklerle bize sunan şu güzel kızların mutluluğu gibi. Hiç birşey sadece kendi isteklerinin tatmininden daha önemli değilmişçesine isteyen herkesin hayatı gibi sıkıcı olmayan bir yazı yazmak istiyorum ama aklıma ruhumu sıkmayan hiç birşey gelmiyor.
Delirmiş olabilirim. Ya da etrafımdaki her şey hayal gücümün ötesinde bir çılgınlıkta yaşanıyor. Bilmiyorum. Hayat sanki iki net yarıdan oluşuyor, ekranın çapı kadar olan hayat veya hayatlarla, artık hayatın bile kaldıramadığı ekran ötesi…
Biz bir yerlerde bir yanlışlık yaptık. Orası kesin. Sadece orası neresi onu düşünüyorum. Nerede yuvarlandık o geri dönülmez uçurumdan onu düşünüp duruyorum. Aklıma insan çırpınışlarından en son gözüme çarpanı takılıyor.
İşte tam o noktada, orada, bir köy var uzakta. Biz maalesef zannediyoruz ki “gitmesek de, görmesek de” orası bizim. Yok işte! Ne bizim olan köy var gitmedikçe ne sahip çıkılacak iki karış toprak, görmedikçe.
Ekranların çapı kadar renklerinin de derinliği. O yemek programlarındaki yemekler doyurmuyor karnımızı, o Instagram güzelinin dudağı değmiyor dudağımıza, hayatını bir televizyon makinesiyle önümüze sunanların hayatı ucundan bile değmiyor hayatımıza ama biz zannediyoruz ki doymasak da o yemek bizim, öpmesek de o dudak, değemesek de ucundan, o hayatlar bizden… Yok işte! Değil…
Senelerce, “o köy bizim” diye kandırdık durduk kendimizi. Rahatlattık. Gitmemize gerek kalmadı, kapattık gözlerimizi “görmesek de” diye. İşte öyle geldik en yüksek çığlıklara duyarsız kaldığımız günlere, bakarken ışığıyla kör eden ekranlara ve zannederken hala bizim olduğunun dünyanın, görmez olduk en vahşi insan ordusunun saldırılarını… Rize’ye saldıranları mesela; Cerattepe’ye. Maden arayabilmek için, ağacına sımsıkı sarılanları gazlayanları görmez olduk… Bir kaç deste kağıt parçasına, hayata daha büyük ekranlardan bakabilme sevdasına doğa katledenleri, yaşam katillerini… Öyle ki o görmediğimiz Cerattepe yeryüzünde bir cennet, polis kuşatması altında şimdi, mücadele eden insanlarsa çıplak. Öyle insan kalmışlar ki, çırılçıplak…Ama ekranlar çıplaklık sevmiyor malum!
En son bir tabela asacaklar hayata, “ekranı olmayan giremez!”. Oradan baktık mı her şey tamam nasıl olsa. Nasıl olsa gitmesek de…Görmesek de…
Aman canım neyse… İyi düşünelim iyi olsun… Hala düşünebiliyorken!