Uçaktan atlayan tipler vardır çığlık çığlığa seyrettiğimiz, paraşütü sırt çantasında gizli dünyanın en yüksek yamaçlarından kendini hiç düşünmeden boşluğa bırakıverenler…
Motor tutkunları hıza aşık yaşarlar ve rüzgarın attığı tokatla farkına varırlar yaşadıklarını… Dağcılar tırmanırken nefes alabilirler… Ormanda yaşar ve ormanda can verir tüm hayatlarını hayvanlara ve onların doğal ortamlarının korunmasına adayanlar*…
Çoğu zaman böyle şeyler neden ve hangi cesaretle yapılır anlamayız, anlamlandıramayız. İnsan nasıl olur da ölüme bu denli yakın olabilmek için çaba sarfeder, diğerleri olabildiğine kaçarken ve kapatırken kendini en güvendiği evine, arabasına, hayatına, hayatındakilere…
“İnsan ölmekten neden korkar?” sorusuna bulabildiğim tek cevap; mutlu olabilme fırsatını yakalayabilmek umuduyla yaşamaya devam etmek istemesidir insanın. Hayatında gerçek mutluluğu yakalayamayan insan, mutlu olamamışken hala, ölmek istemez. Sahip olduğu tek hayatta gerçek tutkusunu bırak yaşamayı, bulamamışken hala, ölmek istemez ve korkar ölümden.
İşte bu yüzden asıl göremediğimiz bu insanların ölmekten hepimizden daha uzak olduğudur çünkü insan ancak gerçekten mutluysa gerçekten yaşıyordur ve ancak gerçek yaşayan birinin ölmesidir mümkün olan… O bir türlü anlam veremediğimiz delilik gibi duran şeyse insanın aslıdır. Gerçek tutkusuna bürünmüş, en basit haliyle kendi mutluluğunu yaşayan insan olma durumu…
Birinin sana bakmasını istiyorsan mutlu olacaksın, birileri sözünü dinlesin istiyorsan mutlu olacaksın, birileri senin yolunu sevsin ve seninle yürümek istesin istiyorsan mutlu olacaksın… Yaptıkların sadece kendi hayatında değil, hayatta bir değişikliğe yol açsın istiyorsan önce mutlu olacaksın… Aynen “büyüyünce ne olmak istiyorsun?” sorusuna “mutlu “diye cevap veren John Lennon’u milyonların takip etttiği gibi. Sonunda ölmek de olsa… Çünkü insan ancak gerçekten mutluyken ölebilir. Gönül rahatlığıyla, kendini yamacın en yüksek noktasından boşluğa bırakır gibi, paraşütün varlığı ya da yokluğuna aldırmadan çünkü insan ancak ölür müyüm diye sormadan yaşayabiliyorsa tutkuyla yaşıyordur tüm tutkun olduklarını…
Üstelik, mutsuzluklar üzerine inşaa edilmiş günümüz düzenine bundan güzel isyan mı olur? Olamaz. İşte tam da burada hatırlamalı Charles Bukowski’nin önerisini ve bir kez daha düşünmeli neden “sevdiğin şeyi bul ve onun seni öldürmesine izin ver” dediğini…
* Dian Fossey