İngiltere’de bugün açıklanan resmi rakamlarla, Korona virüsünden hayatını kaybedenlerin sayısı son 24 saatteki 684 yeni kayıpla, toplam 3605’e ulaştı. Bu rakam sadece hastahanelerde hayatını kaybedenleri kapsıyor. Bir kaynağa göre 40 kişinin de evinde hayatını kaybettiği vurgulanıyor. Bu rakamla toplam ölümlerin 3645 olduğu belirtiliyor.
Herkesin mümkün olduğunca evinde kalması konusunda uyarıldığı İngiltere’de, özellikle de başkent Londra’da ölüm oranları çok yüksek. Kesin rakamlar açıklanmamakla birlikte, ölümlerin büyük oranının başkentte meydana geldiği biliniyor.
Büyük bir Kıbrıslı Türk toplumunun yaşadığı Londra’da bizler de bu koronadan nasibimizi alıyoruz. Diğer azınlık toplumların da bizim toplumumuzdan pek farklı bir durumda olduğunu sanmıyorum.
Bu yazının hazırlandığı sırada Kıbrıslı Türklerin bilinen korona kayıpları 33 kişiye ulaşmıştı. Bilinmeyen ölümlerin varlığı ve bazı ailelerin kayıplarını duyurmak istemedikleri veya öyle bir ihtiyaç duymadıkları da düşünülürse, bu rakamın daha çok olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyor.
Bu duruma niye ve nasıl gelindi? Korona vakalarının ilk ortaya çıktığı Kasım-Aralık aylarından sonra, olayın dünyanın bir bölgesinde sınırlı kalacağı düşünülerek, uzmanların uyarıları hep gözardı edildi.
Konu uzadıkça uzadı. Dünya Sağlık Örgütü, 11 Mart 2020 günü Koronavirüsün artık bir pandemi olduğunu ilan ettiği güne kadar, hükümetler ve bunun sonucu olarak da insanlar, tehlikeyi fazla ciddiye almadı. Pandeminin resmen ilan edildiği günden sonra da konunun üzerine ciddiyetle gidilmedi.
İngiliz hükümeti örneğin, “sürü bağışıklığı” felsefesine yatarak, bilim adamlarının, uzmanların tepkilerine kulak asmadı. Tüm dünyada etkin önlemler alınıyor, işyerleri ve okullar kapatılıyorken, İngiliz hükümeti okulları 20 Mart’ta, restoran, eğlence yerleri gibi insanların toplu olarak biraraya gelebildiği mekanları da 27 Mart’ta kapatmayı kararlaştırdı. Tüm bunlar oldukça geç alınan tedbirlerdi.
Bu süreç yaşanırken bizler ne yapıyorduk. Kıbrıslı Türkler ve diğer azınlık toplumlar ne durumdaydı. Hepimiz haberleri izliyor, ama doğrusu işin ciddiyetini kavramakta geç kalıyorduk. Ben örneğin, işimi 19 Mart Perşembe günü durdurdum ve o günden sonra hiç sokağa çıkmadım. Ailece hepimiz evdeyiz. Sadece acil ihtiyaçlarımız için dikkatli bir şekilde evden çıkıyoruz.
Ama birçok insan bunu yapmadı. Ölümlerin artmaya başladığı ve 100’lü rakamlara ulaştığı 25 Mart gününe kadar insanların birçoğu normal rutin yaşamına devam etti. Hükümetin o günlerde de, halen bugüne kadar da söylediği şu: Acil ihtiyaçlarınız haricinde dışarıya çıkmayınız, evde kalınız.
Bu uyarı yaptırımcı bir uyarı olmadığı için, insanlar işe gitmeye, özellikle Londra’da tren ve otobüsleri tıklım tıklım doldurmaya devam ettiler. Aileler ‘social distancing’ dediğimiz, birbirlerinden en az bir metre uzak durma kuralını uygulamadılar. Virüsü maalesef birbirlerine bulaştırdılar.
Halen tanıdığımız ve sokağa çıkmaması gerektiğini bildiğimiz tanıdıkları sürekli telefonla arayarak uyarıda bulunmamıza rağmen, bu virüsün ne kadar tehlikeli ve ölümcül olduğunu kavramadığını gördüğümüz insanlarımız var.
Her an gerek telefonla, gerekse sosyal medya üzerinden birilerinin daha bu virüse kurban gideceği haberlerinin gelme tedirginliği ile sanki ateş üzerinde oturur gibi bekliyoruz.
O nedenle bir kez daha buradan haykırmak istiyorum. Ne olur evimizde kalalım. Tanıdıklarımızı telefonla sık sık arayıp kontrol edelim. Yanlarına, misafirliğe gitmeyelim. Gerek işin önemini anlamayan, gerekse lisan yetersizliği nedeniyle ne yapacağını bilemeyenlere yardımcı olmaya çalışalım.
İngiltere’de her bölgede oluşturulan yardım grupları ve gönüllüler vardır. Bizim ille de dışarıya çıkmamıza gerek yoktur. Yardıma muhtaç kişileri bu kuruluşlara aktarabilir, onların yardımcı olmalarını sağlayabiliriz.