Kasım ayını da geride bıraktık… Bazen oturup, bir ay boyunca neler yaşadığımı aklımdan geçiriyorum; hatta zaman zaman oturup kaleme alıyorum. Hangi ay bana ne kattı; ülkede neler yaşandı; iyi yönleri ve kötü yönleri nelerdi....
Kafamı sürekli kurcalayan; nasıl olur diye aklımdan çıkaramadığım bir olay yaşandı. 8 yaşında bir çocuğun üzerine bastırılan “kızgın şiş”… Öyle yanlışlıkla değil. Bilinçli, isteyerek…
Öğretmenler gününde çiçeklerle donatıldım. Çocuklarım diyorum ben onlara. Ağlamalarına kıyamıyorum. Gözümden sakınıyorum. Ben öğretmen olarak böyle isem; annelik duygusunu düşünemiyorum bile..
Her anne; anne mi? Yok kardeşim. Maalesef değil. Anne var; annecik varmış. Gözlerinin önünde evladına işkence yapılıp susan anneler de varmış. Kimi çaresizlikten; kimi de susmak istediğinden.
Soruyorum sana? Nasıl susarsın? Nasıl evladının üzerine üvey babasının şiş bastırmasına izin verirsin? Nasıl yanağında, vücudunda morlukların oluşmasına izin verirsin? Suç işledi evladım diyorsun. Hangi suç 8 yaşındaki çocuğa kızgın şiş olarak bedel?
Sayın anne-babalar; kendi çıkar ilişkileriniz, anlaşmazlıklarınız yüzünden; çocuklarınızın zarar görmesine izin vermeyin. Boşanma aşamasını ılımlı bir havada atlatamamışsanız bile; bu durumu çocuklarınıza yansıtmayın. Çocuklarınızı kullanarak; bir şeyler elde etmeye de çalışmayın…
Ve sen; olayda bahsi geçen “üvey baba”. Üvey baba bile yazmak istemiyorum; çünkü o yüce “baba” kelimesine hakaret etmiş gibi hissediyorum kendimi. Ben senin yerinde olsam; insan içine çıkmam… Daha da yazardım da neyse…
Aklımın almadığı bu durum yaşanırken; bir yandan benim için inanılmaz değerli bir günü de geride bıraktık. Hep aynı şekilde; gözlerimin dolu dolu olmasına sebebiyet veren “öğretmenler günü”… Bahsetmeden bitirmek istemedim bu yazıyı…
Görevini layıkıyla yerine getiren tüm değerli eğitimcilerin (sırasında anne, baba, hemşire, doktor, polis) öğretmenler günü canı gönülden kutlu olsun..
Kendinize ve tüm çocuklara iyi bakın. Sevgiyle..