Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Başkanı Tufan Erhürman kişisel sosyal medya hesabından paylaşımda bulundu ve BM Genel Sekreteri’nin kişisel temsilcisi Sn. Cuellar’ın adaya gelişi öncesinde Kıbrıs Rum tarafınca art arda gerçekleştirilen girişimlerin dikkat çekici olduğunu vurguladı.
Tufan Erhürman'ın paylaşımı şu şekilde:
"Sn. Cuellar’ın Zorlu Görevi…
BM Genel Sekreteri’nin kişisel temsilcisi Sn. Cuellar’ın adaya gelişi öncesinde Kıbrıs Rum tarafınca art arda gerçekleştirilen girişimler ve ortaya konulan tavır dikkat çekici.
Kısa bir süre önce bir Kıbrıslı Türk avukatın, kuzeyde kalan 1974’ten önceki Rum mallarının satılmasına aracılık ettiği gerekçesiyle, Rum tarafınca çıkarılan bir “Avrupa yakalama (tutuklama) müzekkeresi” çerçevesinde İtalya’da gözaltına alınması ile başladı süreç.
Söz konusu “müzekkere”nin çıkarılma tarihinin 2005 (veya en geç 2007) olmasına ve Kıbrıslı Türk avukatın bu tarihten sonra defalarca Avrupa’ya (İtalya dahil) ve yine defalarca güney Kıbrıs’a (en son 24.12.2023’te –İtalya’ya gitmeden 5 gün önce- olmak üzere) giriş çıkışları bulunmasına karşın, bunca yıl bu “müzekkere”nin neden uygulanmadığı açıklanamadı.
Dahası, Rum Dış İşleri Bakanı Sn. Kombos’un açıklamalarında, bu işlemin “siyasi” yönüne ve kuzey Kıbrıs’ta 1974’ten önceki Rum taşınmaz mallarının alım-satımına ilişkin tasarrufta bulunanlara yönelik “endişe salma” amacına açıkça vurgu yapıldı.
Bununla da yetinilmedi. Yine tam da bu dönemde, Kıbrıslı Türk taksicilerin güneydeki havalimanlarından yolcu almalarını engelleyecek bir yasa tasarısı Kıbrıs Rum Meclisi’ne sunuldu.
Böyle dönemlerde hep alışık olduğumuz şekilde Rum basınında, BM Kıbrıs Özel Temsilcisi Colin Stewart “iki taraf arasında denge kurmaya çalıştığı” iddiasıyla eleştirilmeye başlandı.
Kıbrıs Rum tarafının bu dönemde yapmayı tasarladığı bazı benzer girişimler de kulaklara gelmeye başladı bu arada.
Belli ki Sn. Cuellar kolay bir dönem geçirmeyecek buralarda.
Bir yanda Kıbrıs Türk tarafını yönetenlerin BM Güvenlik Konseyi kararlarında Kıbrıs sorununun çözüm formülü olarak kabul edilmiş, iki toplumlu, iki bölgeli, siyasi eşitliğe dayanan federasyona yönelik retçi söylemi var. Bunun yanında, özellikle yabancılara mülk satışı konusundaki, Kıbrıslı Türkleri “hem içeride, hem dışarıda” sıkıntıya sokan, inşaat sektörünün öngörülebilirliğini ve sürdürülebilirliğini tehlikeye atan, Taşınmaz Mal Komisyonu’nu tartışılır hale getiren, zemin ve düzenleme kaygısı gütmeyen, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” tavrı…
Diğer yanda ise Kıbrıs Rum tarafını yönetenlerin, yine BM Güvenlik Konseyi kararlarında açıkça yer alan şekliye siyasi eşitliği kabul ettiğini beyan etmemekte ısrarlı, Crans Montana’da masadan kalkan taraf olmasına karşın, tam da masadan kalktığı an kalındığı yerden devam etmek istediğini vurgulayan çelişkili tavrı… Bunlara ek olarak, çözüm için her şeyden önce iki taraf arasında karşılıklı güven tesis edilmesi gerekirken, son dönemde ortaya konulan ve yukarıda anılan, karşılıklı güveni zedeleyecek, Kıbrıslı Türk bireyleri siyasi avantaj elde etmek amacıyla hedef haline getirmekten çekinmeyen, samimiyetsiz yaklaşım…
Evet, Sn. Cuellar’ın adadaki görevinin kolay olmayacağı belli! Dilerim bugüne kadarki deneyimi, bu karmaşık meselede tarafların resmi söylemleriyle gerçek tutumları arasındaki makası tespit etmesini sağlar.
Sn. Cuellar müzakerelerin başlaması için zemin yoklayacak. Biz, Kıbrıs sorununun çözümü için müzakereler başlayacaksa, bunun zemininin BM Güvenlik Konseyi kararlarında yer aldığı şekliyle, iki toplumlu, iki bölgeli, siyasi eşitliğe dayalı federasyon olduğunu biliyoruz. Ama hem 2004’te Annan Planı’nda, hem de 2017’de Crans Montana’da çözüm iradesini açıkça ortaya koyan Kıbrıs Türk halkı, bir kez daha ucu bucağı olmayan, nereye varacağı, nerede, nasıl biteceği belli olmayan bir müzakere sürecinin esiri olmayı kabul etmiyor. Müzakere süreci, Sn. Guterres’in dediği gibi, sonuç odaklı ve zaman sınırlaması olan, BM Güvenlik Konseyi kararlarında açıkça yer aldığı ve müzakere masalarında defalarca teyit edildiği şekliyle siyasi eşitliğin tartışma ve pazarlık konusu yapılmadığı ve süreç Kıbrıslı Türklerin iradesine rağmen bir kez daha başarısız olursa statükonun aynen devam etmeyeceğinin baştan güvenceye alınacağının belirlendiği bir yöntemle başlamalıdır. Kıbrıslı Türkler, 2004 referandumlarından sonra Sn. Annan tarafından hazırlanmış raporda yer alan “Kıbrıslı Türklerin ‘evet’ iradesinden sonra izolasyonların hiçbir meşru gerekçesi kalmamıştır” ibaresinin ve bu raporun hangi sonuçlarla karşılaştığının, ne sonuç doğurup, neyi doğurmadığının bilincindedir.
Bu arada Pile’de, Maraş’ta, ara bölgede yaşananlar Sn. Cuellar’ın bilgisindedir. Kıbrıs sorununun çözümü için her şeyden önce samimiyet gerekmektedir. BM’nin sorunları zamana yayması da, tarafların birbirlerini zora sokma amaçlı taktikleri çerçevesindeki tek yanlı girişimleri de, sürece ve Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumlar arasındaki ilişkilerin gelişmesine yardımcı olmamaktadır. Kıbrıs Rum tarafının 2000’li yıllarda denediği ve son dönemde yeniden ısıtıp masaya koyduğu siyasi avantaj elde etmek için Kıbrıslı Türk bireyleri hedef yapma yaklaşımı ise asla kabul edilebilir değildir.
Sn. Cuellar’a bu zorlu görevinde başarılar dilerim…"